15. Mektup (Ekim Devrimi)

sovietimages

  Mustafa Akpınar bu mektubu, ‘Ekim Devrimi’ bağlamında geçmişe ve Sovyetler Birliği’ne bakmak için değil, geçmişten yola çıkarak bugüne ve Türkiye’ye bakmak için “gerçekten inanıyorsan çocuğuna anlatabilirsin” mottosuyla kızına yazmıştır, kızıyla bilgi alışverişi yapmaya çalışmıştır…

CANIMIN İÇİ KIZIMCIM! (15)

   Danny Katch’in “Ciddi Ciddi Sosyalizm” kitabında “kapitalizmin insanlığa hizmet için uygun olmadığını söylemek, doğrudan başka bir seçeneğin daha iyi olduğu anlamına gelmiyor. Gerçekten de genel kabul, sosyalizmin geçen yüzyıl içinde başarısızlığa uğradığı yönünde… Sonuç olarak, kapitalizme sırt çeviren pek çok insan sosyalizmin de çıkmaz sokak olduğu varsayımı ile hareket ediyor” cümleleri, yeni mektubun konusunu belirledi: Sosyalizm çıkmaz sokak mı?

   Aslında önceki mektuplarda kısmen incelediğimiz bir konu: “Teorik handikap” (devrim gelişmiş kapitalist ülkelerde olacaktı), tek ülkede sosyalizm, iç savaş, emperyalist kuşatma, İkinci Dünya Savaşı’nda 22 milyon Sovyet askerinin (büyük bir çoğunluğu inançlı komünistler) ölmesi, Lenin’in erken ölümü, ülkenin yönetilmesi zor bir büyüklüğe ulaşması, deneyimsizlik, sosyalist bloğun bölünmesi, enternasyonalist dayanışmanın işlememesi…

   Sıraladığımız başlıkların çoğu dışsal etkenlerle ilişkili. İç ve dışın diyalektik olarak iç içe geçtiği bir süreci konuştuğumuzun farkındayız. Ama “içeride” gerçekten neler oldu? Sovyetler Birliği’nde kuruluş döneminde neler yaşandı? Çöküş kaçınılmaz bir “kader” miydi? “Başka türlü” olabilir miydi, şimdi “başka türlü” olabilir mi?

   Tarihi gerçeklerin tümüne ulaşılamıyor. Çoğu olayın belgesi yok. İtiraf ve iftiralardan oluşan ifadeler, (başka kaynaklardan teyit edilemeyen, öznel) anılar ya da (yazanın amacına bağlı) biyografiler üzerinden tarih yazılıyor. Bu nedenle, tartışmaların aktörleri üzerinden değil, konular üzerinden gitmek yararlı olabilir.

   Tartışmaların aktörlerinin rollerini ve etki düzeylerini küçümsemek gibi bir niyetimiz asla olamaz. Sanırım I. Deutscher’in sözüydü (mealen) “devrimi yapan önder Bolşeviklerin çoğu, ilgilendikleri konuyla ilgili olarak Avrupa’daki en yetkin akademisyenlerle aşık atacak düzeydeydiler”. Ancak, önder isimlerin belirli ve kalıcı safları yoktu. Gelişmelere göre konum alabiliyorlardı. Lenin’in ölümüne (Ocak 1924) kadar, fikir ve kuram bazında tartışmalar yaşansa da son sözü söyleme yetkisi Lenin’deydi. Sonrasında Lenin’in yerini alacak bir isim ortaya çıkamadı. Troçki’nin Menşevik geçmişi vardı ve partiye yeni katılmıştı. Zinovyev ve Kamenev Ekim ayaklanmasına karşı çıkmış ve “ihbarcılık” yapmışlardı. Stalin’in kuramsal yönü güçlü değildi. Buharin çok gençti…

   Bu nedenle kolektif yönetim modeli denendi. Lenin’in felç nedeniyle istirahate çekildiği 1922-24 döneminde Troçki’ye karşı Zinovyev-Kamenev-Stalin ittifakı yaşandı. Sonra Troçki-Zinovyev-Kamenev’e karşı Stalin-Buharin; son olarak da Buharin’e (ve başbakan Rikov ile Sovyet sendikalarının başkanı Tomski’ye) karşı Stalin… Bu arada Lenin’in eşi Krupskaya ile Stalin’in kavgaları, Lenin’in müdahalesi, “vasiyet” olarak adlandırılan mektuplarında adı geçenlerin tümü için “eleştirel” ibareler kullanması (Stalin için ‘kaba’, Zinovyev ve Kamenev için ‘güvenilmez’, Buharin için ‘diyalektiği bilmiyor’, Troçki için ‘bolşevik değil, kendine fazla güveniyor’…) gelgitleri arasında iz sürmek çok zor.

   Örneğin, Troçki’nin ‘Rusya’nın sosyalizm potansiyeline inanmayan’ sürekli devrim kuramına karşı Stalin ile birlikte muhalefet yürüten Zinovyev ve Kamenev, Stalin’in (parti genel sekreterliğini kullanarak) örgüt içinde gücünü arttırmasından kaygılanarak Troçki ile birlikte davranmaya başlıyorlar. Buharin Sol Komünistlerin lideri olarak bilinirken, sanayileşme ve köylü politikaları konusunda Sol Komünistlerin sözcülüğünü yapan Preobrajenski ile kuramsal tartışmaya giriyor…

   Bu karmaşaya düşmemek için, isimlerden bağımsız olarak ana tartışma konuları ve savunulan tezleri hatırlayalım, bu günden bakınca gördüklerimizi yeniden yorumlayalım, gözlem ve tespitlerde bulunalım.

           

-Ekim Devrimi,

   Şubat Devrimi ile çarlığın yıkılması aşamasında neredeyse bütün Bolşevikler, köylülerin ağırlıklı olduğu Rusya’da koşulların sosyalist devrim için uygun olmadığını düşünüyorlardı. Yeni kurulan burjuva cumhuriyetin uzun ömürlü olacağını, bir Sosyalist Devrimci (SR) olan Kerenski başkanlığında kurulan hükümet yönetiminde ülkede kapitalist kalkınma ve demokratikleşmenin sağlanması oranında proletaryanın iktidarına doğru yaklaşılacağı savunuluyordu.

   Rusya’nın savaş halinde olduğu Alman Hükümetinin izniyle (casusluk suçlamaları altında) Rusya’ya geçen Lenin’in ayaklanma ve sosyalist devrim anlamına gelen Nisan Tezleri (geçici hükümete destek verilmemesi, iktidar proletarya ve yoksul köylülüğün oluncaya kadar mücadeleye devam edilmesi) ciddi bir şaşkınlık ve muhalefetle karşılandı.

   Lenin’e ilk destek partiye yeni katılan Troçkistler ile Moskova’da etkin olan Buharin önderliğindeki Sol Komünistlerden geldi.

   Parti liderliğinin kıdemli üyelerinden Zinovyev (yurt dışında Lenin’in ‘sağ kolu’) ve Kamenev (Stalin ile birlikte partinin Rusya’daki lideri) ise açıktan karşı çıktılar ve hazırlanan ayaklanmaya karşı olduklarını bir Menşevik gazetesinde yazarak ‘ihbarcılık’ yaptılar.

   Sonuçta Lenin partiyi ikna etti ve devrim başarıldı. Ancak, Şubat-Ekim arası tartışmalarda partinin yerleşik kadrolarında (Troçkistler ve Buharinciler lehine) değişiklikler oldu. Başka birçok nedenin yanı sıra, ‘tartışma’ diye nitelediğimiz süreç politik, kişisel, duygusal kırılmalara neden oldu. Küçük bir açı farkıyla başlayan doğruların büyüdükçe birbirinden uzaklaşması gibi, zaman içinde (kurucu önderlerin kurdukları yeni düzeni yıkma çabaları anlamında) ihanet, (Almanya, Japonya, İngiltere adına) casusluk suçlamaları ile sürgün, hapis, idam… ‘Çıkmaz sokak’ deyimi böyle bir ortamda semirdi!

           

– Uluslararası devrim,

  İstisnasız tüm Bolşevikler ‘Rus devriminin gelişmiş kapitalist ülkelere yayılacağını ve Avrupa proletaryasını zafere ulaştıracağını’ düşünüyorlardı. Uluslararası devrim, Rus devrimini politik ve ekonomik bakımdan tahkim edecekti. Rus proletaryasının kalıcı zaferi Avrupa proletaryasının desteğine bağlıydı.

   Bu bakış açısının iki sonucu oldu: Devrimi içeride ekonomik ve politik olarak derinleştirmek yerine uluslararası devrime odaklanmak; Almanya ile barış yapılması (Brest Litovsk) konusunda tartışma.

   Bir taraf, zafere ulaşan işçi-köylü devriminin önündeki görevin, devrimci bir savaşla dünya sosyalist devrimini ateşlemek olduğunu, bu nedenle saldırgan kapitalistlerle barış imzalanamayacağını, Rusya’nın askeri gücünün zayıflığının değil Rus Devriminin bir simge olmasının önemli olduğunu, zafer bayrağını indirmenin uluslararası devrime zarar vereceğini ileri sürüyordu.

   Diğer taraf ise “dünya savaşı, devrim ve iç savaşın getirdiği yıkım ve acılar (devrimin maliyeti) nedeniyle soluklanmak ve zaman kazanmak gerektiğini” söylüyordu.

   Yedinci Parti Kongresinde keskin tartışmalardan sonra Brest Anlaşması kabul edildi, ancak ciddi bir ‘bolşevik muhalefetin’ ortaya çıkmasına neden oldu. Ayrıca, çok sonraları ortaya çıkan Hitler Almanya’sı ile ‘saldırmazlık paktı’ imzalanması ve ‘kapitalizmle barış içinde bir arada yaşama’ konusunda yaşanan tartışmaların nüvelerinin de bu tartışmalarda yeşerdiği söylenebilir.

   Daha sonraki ‘kesintisiz devrim’ ve ‘tek ülkede devrim’ tartışmaları da bu bağlamın konularıydı.

-İç savaş,

   Barış anlaşması, batı devrimlerinden umudun kesilmesi ve iç savaşın derinleşmesi ile birlikte dikkatler ekonomik politikalara yoğunlaştı. Sanayide işçilerin denetimi, sınırlı ve seçici bir kamulaştırma ile başlayan süreç, iç savaşın da yıkıcı etkisiyle sanayi üretiminin düşmesi ve ekonomik kaosa yol açtı. Bu nedenle, sermayeye yönelik saldırıya son veren, işletmelerde özel mülkiyet ve yönetime izin veren bir ‘devlet kapitalizmi’ uygulanmaya başlandı. Bu yöntemle modern ve üretken bir sanayiye ulaşılacak ve sosyalizme doğru önemli bir merhale aşılacaktı.

   Bu politikanın muhalifleri ise burjuvaziye karşı uzlaşmaz düşmanlığın sürdürülmesi gerektiği, aksi halde komün devletinin sona ereceği ve bürokratik merkezileşme ile finans kapitalin önünün açılacağını ileri sürdüler.    

   Geniş bir özel sektör ile sınırlı bir kamu sektörünü (işletme sayısı çok olan özel sektörün karşısında az sayıda ama ekonomiye etkisi yüksek kamu sektörü) bir araya getiren ‘karma ekonomi’ anlamındaki devlet kapitalizmi, iç savaştan sonraki NEP (Yeni Ekonomik Politika) için de geçerli oldu ve benzer tartışmalar o döneme de taşındı. Kilit sektörlerde (kumanda tepelerinde) devlet denetimi yoluyla ekonomiyi yönlendirmek tezi ile üretimin azami ölçüde kamulaştırılması talepleri arasındaki tartışma hiç bitmedi. İşçi denetimi, emek disiplini, burjuva uzmanların istihdamı, zorunlu emek hizmeti gibi alt başlıkların tümü yeni tartışmalar yarattı.

   Derinleşen iç savaş, yabancı askeri müdahaleler (karşıdevrimci beyaz orduların yanı sıra Alman ve Japon saldırıları) ve kentlerdeki açlık tehlikesi nedeniyle 1918 ortalarında ‘savaş komünizmine’ geçildi. Kaynaklar askeri harcamalar için kullanıldı, el koyma, karneye bağlama, ekonomik yaşamın yoğun biçimde devletleşmesi, artan bürokrasi ve Sovyetlerin (komün düşüncesinin) silikleşmesi… Azalan parti içi demokrasi nedeniyle muhalefet radikalleşti, suikastler yapıldı, Lenin’e kurşun sıkıldı, Kronstadt ayaklanmasının kanla bastırılması dahil Bolşevik olmayan gruplarla kopuşlar gerçekleşti. Özellikle batı sosyal demokratları arasında devrimin ‘yapıcı değil yıkıcı’ olduğu yolunda tartışmalar başladı. Rus devrimciler de ‘devrimin maliyetleri’ bağlamında, kapitalizmde politik ve ekonomik işlevlerin iç içe geçmesi nedeniyle burjuva devlet aygıtının tahribinin burjuva ekonomisinin de tahribi sonucunu doğurduğunu, iç savaşın da etkisiyle sanayinin dağılışı ve üretim anarşisinin (devrimlerde) kaçınılmaz bir evre olduğunu anlatıyorlardı (omlet yapmak için yumurtaları kırmak gerekir). Geçiş dönemi ekonomisi, yıkıp yeniden yapmak, kaostan denge çıkarmak anlamına geliyorsa, şiddet ve zorlama da denkleme dahil olurdu.

   Ancak denkleme ağırlığını koyan unsur ‘köylülük’ oldu. Proletarya ile birlikte toprak ağasına karşı mücadele eden köylülük, komünist üretim ilişkilerinin kurulması (kolektivizasyon) sürecinde saf değiştiriyordu. Piyasa mekanizmaları dışında köylülüğü artık-ürün üretmeye özendirecek ne yapılabilirdi? Savaş komünizminin ‘tahılın zor alımına dayalı’ politikası sanayi ve tarımda büyük açıklar yaratmış, kentlerde açlık tehlikesi baş göstermiş, kırdaki desteğin azalması ve yeni bir iç savaş tehlikesinden bahsedilir olmuştu.

   Troçki’nin ‘emeğin militarizasyonu’ ve sendikalar üzerinde partinin egemenliği üzerine başlattığı (İşçi Muhalefeti olarak bilinen yapıyı ortaya çıkaran) yeni ve başka bir tartışmanın ertesinde toplanan Onuncu Parti Kongresinde “tahıl zoralımını sonlandırarak, kent-kır arasında ticareti düzenleyerek’ savaş komünizmi sonlandırıldı ve NEP düzenine geçildi.

   NEP düzenlemeleri, ayni ve parasal vergi, köylünün toprak üzerindeki tasarrufunun güvenceye bağlanması, işçi çalıştırmak, toprak kiralamak vb. gibi tarım sektörü ile ilgiliydi. Ama sonuçta küçük işletme ticaretinin artışı, para, kredi, rekabet gibi sonuçları kaçınılmazdı. Ekonominin denetiminden vazgeçen devlet, politik tekelini sağlamlaştırmaya yöneldi (Çin’deki uygulamaları anlamak için uygun bir paradigma olabilir).

   Bu dönemde (Menşevik, sosyalist devrimci ve anarşist) muhalefetin görece azalması, dikkatleri parti içi muhalefete çevirdi. Onuncu Parti Kongresi tabandan gelen muhalefeti yasaklayan iki karar aldı: Emeğin militarizasyonu tartışmalarında ortaya çıkan ‘İşçi Muhalefetini’ ve fraksiyonları yasaklamak! Yine de bütün bu önlemler, ‘NEP ülkeyi sosyalizme mi kapitalizme mi götürüyor’ tartışmalarını bitiremedi. 1925’den itibaren savaş öncesi üretim düzeylerine ulaşılmıştı ama ‘asıl hedef’ olan sosyalizme ulaşmak için sanayileşme ve modernleşme şarttı.

– Tarım ve kolektifleştirme,

   Sosyalizme ulaşmak için sanayileşme ve modernleşme tartışmaları, ‘esas hedefe’ odaklanma gündemi hemen taraflarını ortaya çıkarttı. Bir tarafta “küçük burjuvazi ile (kulaklarla) er geç çatışmak kaçınılmazdır, soluklanma süresi bitmiştir ve devrimci saldırının vaktidir” diyenler vardı. Yalıtık bir Rusya’da hızlı bir şekilde sanayileşmek için gerekli ‘ilkel sosyalist birikim’ ancak tarım sektöründen sağlanabilirdi. Sosyalizmin kuruluşu ilerledikçe sınıf mücadelesi sertleşirdi.

   Diğer yanda ise “öfkeli ama temelsiz saldırıların zamanı değil, sorunları buyruklarla ya da idari önlemlerle çözeceğini sanan kibrin, abartılı devrimciliğin başarı şansı yok” diyenler, tarımdan sanayiye hızlı bir şekilde kaynak aktarmak için önerilen yöntemlerin, köylülüğü işçi devletinin bir iç sömürgesi gibi görmek anlamına geleceğini, bu bakış açısının ‘sosyalist etik’ açısından yanlış olmasının ötesinde işçi-köylü ittifakını bozarak devrimi tehlikeye atacağını söylüyordu. Bu nedenle, kırda birikimi artıracak önlemlerle (sanayi ürünlerini ucuzlatmak ve ticareti desteklemek) talebi artıracak ve sanayi üretimini teşvik edecek ‘barışçı’ ve yavaş bir model (kooperatif sosyalizmi) uygulanmalıydı. Devrimden sonra sınıf mücadelesi ‘kumanda tepelerini’ kullanıp ekonomiyi şekillendirerek devam eder ama şiddet içeren biçimleri azalarak bitmelidir. Sosyalist sektörün gücünü artırdığı oranda planlama da etkinliğini artıracaktır. İç savaştan iç barışa doğru geçmek, devletin ‘baskı aracı’ karakterini de azaltacaktır, deniliyordu.

   Devamında, savaş tehlikesi nedeniyle ağır sanayi kurmanın acilleşmesi, kulakların tahıl stoklaması nedeniyle yaşanan ürün kıtlığı, Politbüro’da Stalin’in zaferi, 1929-33 arası kolektifleştirme ve kulaklarla ‘iç savaş’, savaşa hazırlık ve İkinci Dünya Savaşı…

GÖZLEM ve TESPİTLER:

   Bolşevik Parti (en azından ele aldığımız konuda) homojen, birleşik, ideolojik netliğe sahip bir devrimciler örgütü gibi görünmüyor. Bu durumun, tartışma ortamını diri tutmak ve yeni fikirlere her an açık olmak gibi bir avantajı olduğu düşünülse de kuramsal ayrılıkların bölünmelere neden olabildiği de dikkate alınmalıdır.

   Üretilen bilginin önemlice bir kısmının ‘devrimin yapılmasına’ dair olduğu, devrimden sonra yeni bir düzenin kurulması konusunda (son tahlilde) hazırlıksız, kendiliğinden ve doğaçlama bir süreç yaşandığı söylenebilir.

   Önceden yeterince tüketilmeyen her tartışmanın; doğrularını savunma azimleri ‘hep haklı olmak’ tutkusuna varan, iddialılık düzeyi ve hırsları kibir sınırlarını zorlayan, özgüvenleri narsizme bulanmış, tahmin ve öngörülerine ‘kesin bilgi’ değeri biçen kadrolar ve klikler arasında ‘zamansız’ kırılma ve çatışmalara yol açtığı, örneğin devrimden önce ‘ayrılıklara’ yol açabilecek tartışmaların, devrimden sonra ‘ihanetle’ sonuçlandığı görülüyor.

   Egosu, hırsları ve iddiaları yüksek aktörler arasındaki iktidar oyunu için en verimli alan ‘belirsizlik’ alanlarıdır. İlke, yol haritası, genel yaklaşım düzeyinde de olsa belirlenmemiş alanlar “süreçleri etkilemek, ülkenin gidişatında söz sahibi ve ‘konuşuluyor’ olmak” isteyen iddialı bireyler için ‘ağır tahrik’ oluşturmaktadır.

   Arızayı gidermek (devrim yapmak) için eksiksiz ve işe uygun alet çantası/avadanlığın (kuram) varlığı, ustalık (parti ve önderlik) kadar önemli. Farklı olasılıklara hazır olmak, (a/b/c…) planları, simülasyon, modelleme vb. yapmak, satranç ustalarının birden çok hamleyi önceden planlaması gibi her olasılığa karşı ayrı taktikler geliştiren esnek, opsiyonlu, çok olasılıklı bir oyun planı geliştirmek başarının ‘gerek’ koşulu gibi görünüyor.

   Yaşlı/genç, kıdemli/yeni, Petrograd (Ankara)/Moskova(İstanbul), farklı fraksiyonların varlığı gibi ayrımlar engellenemiyor. ‘Birlik’ fikrini fetişleştirerek gereğinden fazla zaman ve enerji harcamak yerine, bu ‘farklılıkların’ özgül enerjilerini sinerjiye çevirmenin yollarını aramak daha rasyonel ve gerçekçi görünüyor.

   ‘Tartışmada farklılık’ zenginlik yaratırken, ‘yaparken farklılık’ sorun yaratıyor. Çözüm ‘demokratik merkeziyetçi’ örgütlenmede yatıyor. Herkesin görüşünü hiçbir kısıtlama olmaksızın ‘yeterince anlaşıldığından’ emin oluncaya kadar anlatma hakkını kullandığı ‘demokratik’ tartışma süreci tüketildikten sonra, alınan kararın uygulanmasında ‘merkeziyetçi’ olan etkili ve sonuç alıcı bir örgüt modeli için gereken ‘etik’ üzerinde uzlaşmak önemli görünüyor.

   (Örneğin) Demokratik merkeziyetçilik, aynı örgüt içinde farklı görüşlerin yaşamalarının yolu olarak en önemli ilkeler arasında olmasına rağmen, farklı düşünenlerin hemen(!) örgütsel ayrılığı gündeme getirmeleri ve (aksi kanıtlanmadıkça iyi niyeti ve yeterliği tartışma dışı olan) yoldaşlarının çoğunlukla kabul ettiği bir görüşü ‘kolayca’ ayrılık nedeni yapmaları “tekkecilik/sekterlik”; ayrılık nedeni yapacak kadar ciddiye aldığın ‘sorunu’ yoldaşlarının çoğunluğunun anlayamadığını düşünmek “üsttencilik/kibir”; her hangi bir örgütün, tartışmanın ya da fikrin ‘azınlığı’ olamamak “büyüklük kompleksi/hadsizlik”; fikrini savunma özgürlüğün engellenmediği sürece, yoldaşlarını ikna edemediğin durumda, pratiğin seni doğrulamasını bekleyememek ve gerçeği gören iyiniyetli yoldaşlarının fikrine gereken önemi vereceğine inanmamak “paranoya/merdümgirizlik” olarak ayıplanmalı ve çoğunluk tarafından ‘düşkün’ muamelesi ile karşılanacağına inanmalı (ayrılık ve uzlaşmaz karşıtlık için çok ciddi ve açıkça ikna edici argümanlar olmalı).  

   Devrim ve sosyalizmin kurulması sürecindeki her ‘hatanın’ kapitalizmi mazur ve meşru göstermek için kullanıldığı, özellikle ‘insan hakları’ başlığı altında saldırılara fırsat verilmemesi gerektiği; enternasyonal politika olarak ‘devrim ihracı’ sorunlu bulunuyorsa da ‘emekçi sınıfların memnuniyetinin’ ihracından vazgeçilemeyeceği (Berlin Duvarı’nı yeniden yapmanın tek gerekçesi –Elveda Lenin filmindeki ‘yalanı’ doğru yaparak- komşu kapitalist ülkelerdeki yoksulların sosyalizme akınlarını kontrol etmek olabilir); yapıcı, teşvik edici, içeriden ve dayanışmacı eleştiri yerine doğrudan karşıtlık içeren ve uzlaşmaya kapalı çıkışların ‘son tahlilde’ karşı devrime malzeme verdiği görülüyor.

   Örneğin, 1927’deki Parti Kongresinde %1’in altında oy alan Troçkist muhalefeti ve uzun zaman Lenin’le birlikte mücadele etmiş isimleri Nazi Gestaposu ile işbirliği içinde (faşizmin ajanı/hain) gösteren Moskova Duruşmaları ‘son tahlilde’ neye hizmet etmiştir? Maddi gerçeği tam olarak öğrenemesek de (yaşananları herkes kendi bakış açısından ‘hikaye’ etse de) sonuçta “Stalin ‘külyutmaz’ olduğunu kanıtlamış ve kendi elleriyle kurdukları sosyalizmi yıkmaya çalışan hainleri enseleyip cezalandırmış” mı diyoruz, yoksa “Meselenin özü ‘güç bende olmalı’ kavgası… Rejim kavgası değil, hükümet/hükmetme kavgası” mı diyoruz? (Tam burada 15 Temmuz AKP-Feto kavgası aklıma geldi. Hemen kovdum!)    

   ‘Erken teşhisin’ hastalıkları önlemedeki başarısından esinlenerek, kuramsal tartışmaların da en azından ilke, yönelim, yol haritası düzeyinde netleştiği oranda ‘aynıların aynı, ayrıların ayrı yerde olması’ sağlanacaktır. Tartışanların farklılığından ‘yapanların birliğine’ geçiş için ideolojik netliğin zamanlaması da önemli görünüyor. (Tartışmasız bir ortamdan söz etmediğimiz açık olmalı. En azından, uygulamadan sorumlu olanlar arasında ‘ana gündemi’ oluşturan konularda esasa ilişkin tartışmaların tüketilmiş olması, tartışmaların ‘yolda uzlaşmış olanların şerit tartışması’ kıvamında olmasından bahsediyoruz.)    

   Tartışma konularına bugünden bakınca dün, bugün ve yarın nasıl görünüyor?

  1. a) ‘Ekim Devrimi’ tartışmalarına bu günden bakınca;

*Önce burjuva iktidarı altında sanayileşme ve modernleşme gerekir diyenler uzun vadede haklı çıktı, ‘azgelişmiş Asyatik bir tarım ülkesini’ sosyalist iktidar altında geliştirme çabalarının yarattığı kaçınılmaz ‘olumsuzluklar ve hoşnutsuzluklar’ birikerek sistemin sonunu getirdi, denilebilir.

*Fırsat yakalandığında cesaret ve kararlılıkla işçi-köylü iktidarını kurmak ve proletarya iktidarı altında sanayileşme ve modernleşmeyi başarmak mümkündür diyenler haklı çıktı; tarih bunun doğru olduğunu kanıtladı ve Sovyetler bir ‘süper ülke’ oldu; sorun kuruluş aşamasında uygulanan yöntemler değil, sonrasında partinin yozlaşması ve revizyonistlerin kasıtlı ve bilinçli olarak sosyalizmi tasfiyesidir de denilebilir.

**Sonuç olarak; devrim yapılan ülkenin azgelişmişliği, sanayileşme ve modernleşme konularındaki zayıflığı, sosyalizmin kuruluşunu ve sürdürülmesini ‘zorlaştıran’ etkenlerdir. Her ülkede devrim yapılabilir, ancak ülkenin ‘özgül’ koşulları ‘oluş halindeki’ sosyalizmin (sosyalizmin kuruluş/doğum sürecinin) ne kadar sorunlu ve sancılı geçeceğini belirler. ‘Devrimin maliyeti’ ile sanayileşme/modernleşme düzeyleri bileşik kap içinde (ters orantılı olarak) dinamik ve diyalektik bir birliktelik içindedirler. Birinin fazlalığı diğerinin azlığı anlamına gelir.

   Türkiye’de yaşanan Milli Demokratik Devrim/Sosyalist Devrim tartışmaları, bu bağlamda yaşanan tartışmalardı. Günümüzde gelinen sanayileşme ve modernleşme düzeyi ile kır nüfusunun göreli azlığı bu sorunun önemini azaltmış görünüyor.

   Kuramsal tartışma konuları (uzmanlara sorular);

-Nüfusunun %7’si köyde yaşayan Dünya’nın 18. büyük ekonomisinde kentleşme, okuryazarlık, genel eğitim seviyesi, ulaşım ve iletişim olanaklarının ulaştığı düzey, ‘modernleşme’ anlamında sosyalist devrimin/kuruluşun ihtiyaç duyduğu birikimin ne kadarıdır?

-İdeolojik hegemonya araçlarının etki düzeyi, eğitimin niteliği ve içeriği, bölgesel gelişmişlik farkları, milliyetçi-muhafazakar kültür, (sosyal) medyanın ‘modernleşmeye’ etkisi nasıl? Kültür devriminin ‘müfredatı’ ne olmalıdır?

-Sanayi ve tarımın geldiği noktada ‘kendine yeterlik’, dışa bağımlılık,  hafif ve montaj sanayi karakteri, katma değer üretme kapasitesi, ithal ikamesine uygunluk, vazgeçilebilir/ küçültülebilir/ korunabilir/ büyütülebilir ve yeni kurulması gereken sektörler nelerdir?

-Yeniden kuruluş ve büyüme için gerekli kaynaklar nedir ve nasıl tedarik edilecektir?    

  1. b) ‘Uluslararası devrim’ tartışmalarına bu günden bakınca;

*Dünyanın 1/3’ünün (reel) sosyalist blok olarak adlandırıldığı, kapitalist-emperyalist blok ile sıcak/soğuk savaş süreçlerini atlatan, süper ülke statüsüne ulaşan, birçok öncelikli insani ihtiyaç konusunda azımsanmayacak başarılar elde eden Rusya deneyimi ‘tek ülkede sosyalizm kurulabilir’ tezini doğrulamıştır, denilebilir.

*Gelişmiş kapitalist ülkelerde devrimler yapılamasa bile, Sovyet Devriminin doğu bloku olarak ‘bölgesel’ bir devrime dönüştüğü, Çin Devrimi ile başlayan ve ulusal kurtuluş hareketleri ve bağlantısızlar bloğu tarafından da desteklenen sosyalist bloğun varlığının, sosyalizmin tek ülkede yaşayamayacağının göstergesi olduğu; (reel) sosyalizm uygulamalarının enternasyonalist dayanışmanın bitirilmesi ve (üç dünya, sosyal emperyalizm gibi teorilerle) düşman kamplara bölünen sosyalist ülkelerin de facto olarak (her biri ayrı ayrı) ‘tek ülkede sosyalizm’ paradigmasına dönmeleri nedeniyle yıkıldıkları, ‘uluslararası devrim’ tezi doğrulandı, denilebilir.

**Sonuç olarak; tek ülkede kurulan sosyalizm, emperyalist kapitalizm karşısında (en azından başlangıçta) dezavantajlıdır. Kapitalizmin israfa dayalı ekonomisi ile rekabet etmek zordur. Kapitalizm kriz ile kendini yeniler. Bu nedenle kriz, yoksulluk, yoksunluk, yolsuzluk, adaletsizlik, baskı, faşizm… kapitalizme ‘yakıştırılır’ ve anlayışla karşılanır. Sosyalizmin böyle ‘lüksleri’ yoktur. Örneğin, silahlanma kapitalizmde sermaye birikimine hizmet eder (sanayiyi geliştirir, istihdam sağlar, ar-ge faaliyetleri ile teknolojik gelişmeyi hızlandırır) ama sosyalizmde kaynakları heba eder. Kara para, kayıt dışı ekonomi, mafya, kumar, fuhuş, uyuşturucu ticareti gibi birçok ‘ekonomik sektör’ kapitalizme hizmet eder ama sosyalizm açısından tasfiyesi için ayrıca ‘kaynak’ ayrılması gereken sorunlardır.

   Dünya Devrimi, ‘olursa iyi olur’ diye konuşulan bir konu değildir. Her enternasyonalist devrimci dünya devrimini ister. Sosyalist kampın büyümesi, ekonomik ve siyasal dayanışmayı artırmasının yanı sıra ‘dış güvenlik’ sorununu azaltması oranında da ‘sürdürebilirlik’ konusunda katkı sunacaktır.

Kuramsal tartışma konuları;

-Daha gelişmiş metropol kapitalist ülkelerde devrim olmadan Türkiye’de sosyalizm sürdürülemez mi?

-Kuramsal, ekonomik, siyasal, askeri açılardan ‘çok ülkede devrimin’ avantajlı olacağı tartışmasızdır. Eş zamanlı çok ülkede devrimden (bölgesel devrim) bahsedilmediğine göre, soru şudur: Tek başına devrim yapan ülkenin gelişkinlik düzeyi, nasıl bir ablukaya ne kadar ve nasıl dayanır?

-Lenin’in “Rus devrimi muzaffer olmak için gerekli güce sahiptir. Ama zaferinin meyvelerini koruyacak güce sahip değildir” sözü ile Stalin’in “Emperyalist Batı ile aramızda elli-yüz yıllık bir fark var. Ya bu farkı on yıl içinde kapatırız ya da batarız” cümlesi, sosyalizme ulaşmak için (sanayileşme, tarımda kolektifleştirme, sosyal ve kültürel devrim, iç/dış savaş) kat edilmesi gereken yolun uzunluğunu anlatıyor. Sorun ‘tek ülkede’ olmak mı, kat edilmesi gereken yolun uzunluğu mu, bu kadar yoğun ve hızlı olmak mı, yoksa ikisinden de kaçınamamak mı?

-Yoğunluk ve hız ‘sınıf savaşını’ sertleştiriyor mu? Komünizme yaklaştıkça sınıf savaşının iknaya dayalı uzlaşmacı karakter kazanması (devletin sönümlenmesi) beklentisi ile ‘tek ülkede’ sosyalizmi kurma çabası arasındaki ilişki nasıl?

-Sınıf savaşının sertliği, (iç) savaş benzeri gerekçeler, sovyetlerin (proleter demokrasinin) askıya alınmasını, silikleşmesini haklı kılar mı? Rusya’da iç savaş sürecinde ‘sönümlenen’ sovyet meclisleri ile ‘parti ağırlıklı’ bir devlet yapısı oluştuğu, meclislerin yanı sıra emekçi kitlelerin siyaset yapma ve denetleme reflekslerinin de ‘sönümlenmesi’ nedeniyle proletarya iktidarının ‘parti bürokrasisinin revizyonist iktidarına’ dönüştüğü söylenebilir mi? Bu durumda “Bütün iktidar sovyetlere ama her koşulda ve sürekli!” demek mi gerekir?

  1. c) ‘İç savaş’ tartışmalarına bu günden bakınca;

*Yeterince radikalleşmemek, sertleşen sınıf savaşının gerektirdiği ‘sertlikte’ önlemler almamak, uzlaşmak, ‘soluklanmak için durmak’ gibi ödünler/ kararsızlıklar/ molalar karşıdevrimi de güçlendiriyor. Bu nedenle ödünsüz ve soluksuz şekilde ‘saldırmak’, karşıdevrim bitene kadar ‘seferberlik’ halinde nihai hedefe koşmak gerekir. Rusya’da en başında kararlı bir sistem kurulamadığı için sürekli yalpalayan sosyalizm sonunda çöktü, denilebilir.

*Devrimin bekası için ‘hassas’ ittifakları gözetmek, koşulların gerektirdiği ödünleri ‘kontrollü’ şekilde vermek, hızlanmak için dinlenmek, ileriye atılmak için geri gitmek… bazen kaçınılamaz taktik ve stratejilerdir. Kategorik olarak reddedilemezler. Rusya’da somut koşullara uygun olarak kullanılan tüm bu taktikler sonuç vermiş ve ‘stabil’ bir sosyalist düzen kurulmuştur (yıkılması ayrı dinamiklerin sonucudur) da denilebilir.   

**Sonuç olarak; yıkanların ve yıkılanın cürmü ve gücünün belirlediği bir yıkılış/kuruluş sürecinin yaşanması kaçınılmazdır. Devrimin önderi proletaryanın büyüklüğü, gücü, bölünmüşlüğü; ittifak kurduğu diğer sınıflarla (köylülük ve küçük burjuva) ilişkileri ve ideolojik önderlik yapabilme kabiliyeti gibi birçok değişkenin (somut ve nesnel/determinist, iradi müdahaleye açık/volontarist) birliği ile ortaya çıkacak bir sentezden söz edilmektedir. Yıkılması gereken burjuva devlet aygıtı ile onun ‘ayrılmaz parçası’ olan burjuva ekonomisi “içiçe geçmişlikleri nedeniyle birlikte yıkılmak zorundalar” diyerek ‘devrimin maliyetlerinden’ kaçınmanın zorluğunu vurgulamak, bir hedef olarak değil, bir sonuç olarak anlaşılabilir. Ancak, hedef bellidir: “İşçilerin saldırılarını üretimin maddi araçlarına değil de, bu araçların içinde kullanıldığı özel toplumsal biçime karşı yönlendirmeleri”.

   Devrim ve kuruluş süreçlerinin yıkıcılığı, ortaya çıkacak saflaşmaların/ kitleselleşmenin niceliği ve niteliği tarafından belirlenecektir.

   İşgücünü satarak yaşayanlar (ücretli, yevmiyeli, kendi hesabına çalışanlar) toplumun %95’ini oluşturuyor. Bu grubun da %75’ini ücretli ve yevmiyeliler (yani katıksız emekçiler) oluşturuyor. ‘Üretim araçlarının mülkiyetinin’ el değiştirmesinden toplumun %95’i ‘doğrudan’ etkilenmeyecektir.

   (Sayıları ve etki kapasiteleri azalmış olmakla birlikte) Büyük toprak sahipliğinin tasfiyesi; kır-kent ayrımının azaltılması (günümüz ulaşım ve iletişim imkanları ile çok daha kolay); ortak çiftlikler, kooperatifler, birlikte kullanılan makine ve teçhizat parkları; her türlü bilimsel ve tarımsal destek; alım ve pazarlama garantisi; ürün çeşitlendirme, ilaçlama, hasat, endüstriyel kullanım konularında merkezi yardım ve planlama; destek ve teşvik programları vb. ile ‘yeterince’ köylünün desteği alınabilir. 

   Evinin, arabasının, farklı yaşam biçimlerinin, kültür ve eğlence anlayışlarının elinden alınacağı kaygısıyla devrime mesafeli olan orta sınıfın (beyaz yakalılar, plaza çalışanları vb.) bu kaygıları giderilirse; orta sınıfın ‘kaybedeceği’ tek şeyin bir avuç sömürücü zenginin yanına tırmanma hayalleri olacağı inandırıcı biçimde anlatılırsa ‘yeterince’ orta sınıf mensubunun desteği alınabilir. 

   İşin aslının ekonomi, üretim araçlarının mülkiyeti ve sömürü olduğu; bu özü, gündemi, konuyu örtmek için kullanılan bütün tartışmaların ‘cambaza bak’ numarası olduğu; (kendi bağlamları içinde çok önemli konular olan) etnik köken, inanç, cinsel seçim gibi ayrımların kimseyi sömürüden muaf tutmadığı iyi anlaşılır ve anlatılırsa; Kürt Özgürlük Hareketi ile aydın, sanatçı, bilim insanı, kadın, çevre, barış, toplumsal cinsiyet, LGBTİQ+ gibi ‘Yeni Toplumsal Hareketlerin’ desteği kazanılırsa kitlesellik ve çoğunluk konusunda ‘çok büyük’ mesafe alınabilir.

   Sanayi bölgelerinde ve üretimin yapıldığı alanlarda örgütlenmek, üretimin de yerinde öz savunmasını yapmak anlamına gelir.

Kuramsal tartışma konuları;

-Devrimin yaratacağı kaosun etkisiyle sanayinin dağılışı ve üretim anarşisi kaçınılmaz mıdır? “Dün çok erkendi, yarın çok geç olacak” diyen iradenin, zamanlamayı belirlerken kullanacağı (devrimin maliyetlerini en aza indirecek) ‘ölçü/ kriter’ oluşturulabilir mi?

-Toplumsal olarak inanç, güven ve dayanışma duygularını yitirmeyen, siyasal açıdan başarılı (iktidarı alan) her devrim; yıkılanı daha iyisiyle yerine koyacak istek, enerji ve imkanı üretir mi?

-Küçük esnaf, kendi hesabına çalışan zanaatkar, perakendeci, sanatçı, sporcu, medya çalışanı gibi toplumsal grupların sosyalist kuruluşun derinleşmesi ile yaşayabilecekleri değişimler nelerdir?

  1. d) ‘Tarım ve kollektifleştirme’ tartışmalarına bu günden bakınca;

*Az gelişmiş bir tarım toplumunda sanayileşmek için ‘sermaye birikimi’ kaçınılmazdır. Sosyalizmin gelişmiş kapitalist toplumlarda kurulması yolundaki ‘kuramsal’ öngörünün mantığı da budur. Bir tarım toplumunda sanayileşmek için gerekli ‘ilk(el) birikimi’ dışarıdan sisteme sokamıyorsanız, içeriden bulmak zorundasınız. Var olan sanayi bu birikimi üretemiyorsa diğer sektörlere başvurmak gerekir. Rusya’da olan budur ve sanayileşmenin gerektirdiği ‘hıza’ bağlı olarak, tarım sektöründen ‘talep edilen’ birikim de artmıştır, denilebilir.

*Geniş köylü nüfus ile ittifak halinde yapılan devrimde köylülük ile ilişkilerin ‘barışçı’ yürütülmesi hem iç barış için hem de (1920’lerde) dünyanın geniş kırını oluşturan azgelişmiş ülkeleri dünya devrimine çekmek için gereklidir. Köylülük iç sömürgemiz değildir ve birilerini açıkça sömürerek kurulacak sosyalizm ‘baştan’ bozulmuş demektir de denilebilir.

**Sonuç olarak; devrim yapılan ülkenin azgelişmişliği oranında, sanayileşme ve modernleşme alanlarındaki bazı ‘burjuva’ görevleri de devrimin üstüne kalır. İdari ve iradi kararlarla çözülebilen konularla ilgili uygulamalarda ‘araç-amaç diyalektiği’ bağlamında tutarlılık zedelenmeyebilir. Ancak, ‘ilkel sosyalist birikim’ başlığı altında duyulan ihtiyacın giderilebileceği sınırlı kaynak vardır.

   Devrimin gelişmiş kapitalist ülkelerde yapılacağı yolundaki kuramsal beklenti, bu sorunun ‘zaten’ çözüldüğü bir ortamda sosyalizmin kuruluşunu anlatır.

   Marks ve Engels (Komünist Manifesto’nun Rusça baskısına önsözünde) “Rus Devrimi, Batıdaki bir proleter devriminin habercisi olur ve bunlar, böylelikle, birbirlerini tamamlarlarsa, Rusya’daki mevcut ortak toprak sahipliği, komünist bir gelişmenin başlangıç noktası olabilir.” derken, gelişmiş ülke devrimleri tarafından ekonomik ve siyasal olarak desteklenen devrimlerin ‘ilkel birikimlerini’ dış kaynakların da yardımı ile tamamlayarak işe ‘başlayabileceklerini’ söylüyorlar. ‘Uluslararası devrim’ başlığı altında Bolşeviklerin de bu bakış açısını paylaştığını görmüştük.

   Dış kaynağın olmadığı durumda ya ‘dükkanı kapatmak’ ya da içerden kaynak yaratmak zorundasınız. Ekim Devriminden önce (Bolşevikler de dahil) tüm komünistlerin, çarlığı yıkıp kurulacak bir cumhuriyet içinde kapitalizmin gelişmesine bağlı olarak proletaryanın iktidar mücadelesinin sürdürüleceği beklentisi, gereken ‘sanayileşme ve modernleşmenin’ kapitalist model altında olgunlaşacağı (komünistlerin iktidarı altında bir proletarya diktatörlüğünde değil, çarlığı yıkan tüm toplumsal sınıfların koalisyonunun oluşturacağı kurucu meclis ve geçici hükümet tarafından yönetilen) bir geçiş dönemi beklentisi vardı. Lenin’in ‘Nisan Tezleri’ müdahalesi ile proletaryanın yoksul köylülük ile ittifak halinde yönettiği bir geçiş döneminin de mümkün olduğu düşünüldü ve iktidar alındı.

   Paradigmanın ‘iktidar’ ayağı değişti ama ‘sanayileşme ve modernleşme’ için birikim sorunu değişmedi. Devlet kapitalizmi, savaş komünizmi ve NEP bu arayışların ‘el yordamı/deneme yanılma’ yöntemiyle bulunan çözüm önerileriydi.

   Geniş köylü nüfusuna ve köy ekonomisine bağımlı ülkelerde devrim meselesi Çin bağlamında ‘resmileşti’ ve işçi-köylü ittifakı, kesintisiz devrim, demokratik devrim formülasyonları ile yaygınlaştı.

   Proletarya iktidarı altında, köy ekonomisinden sanayileşmeye sermaye aktarmanın iki yolu vardı: Tarım ve sanayi mallarının nispi fiyatlarını sanayi malları lehine düzenleyerek ‘iç ticaret haddi’ makasını sanayiden yana açmak veya zoralım. Kuşatılmışlık, aciliyet, savaş tehlikesi, köylülüğün direnci ve kuramsal beklentiler gibi birçok parametrenin kaosu altında yaşanan tartışmalar, Stalin’in temsil ettiği ‘sınıf savaşını sertleştirmek ve kırı yeniden fethetmek’ politikasının zaferi ile sonuçlandı.  

Kuramsal tartışma konuları;

-Nüfusun %7’sinin kırda yaşadığı, bu günün kırının iletişim/ ulaşım / kültür/ eğitim düzeyi/ kent konforunu (elektrik, iletişim ve bilgisayar teknolojisi, otomatik ev eşyaları, tv…) paylaşma/ üretimin kapitalistleşmesi yönlerinden çok değiştiği Türkiye’de bu sorunun önemi nedir?

-Tüketim kültürünün değiştirilmesi, küçülecek/ büyüyecek sektörler, ekolojik ve organik üretim, yenileme-büyütme-yeniden kurma ihtiyacı bağlamında sermaye ihtiyacı ve kaynakların dağılımı nasıl görünüyor?

 

Yazan: Mustafa AKPINAR 

Güçlü kalemiyle ve bilgilendirici ‘mektubuyla’ sitemize katkıda bulunan Mustafa Akpınar’a teşekkürler…

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »