Komünizm Korkusu
18.yüzyıldan beri histerik bir hal alan bu korku, sermaye düzeninin sahipleri açısından kimi yanlarıyla saldırganlığı, karşısındaki hedefi yok etmeyi tetiklemiş, bu durum gerici ittifaklara, yalan ve çarpıtmalara, askeri, ideolojik ve hemen hemen her alanı kapsayan saldırılara zemin hazırlamıştır. Kimi yanlarıyla da korku, sermaye sınıfını içeride taviz vermeye zorlamış, ücretlerde artışa, sosyal politikalarla emekçilerin yaşam standardını yükseltmeye gidilmiş, bilimsel ve teknolojik gelişmeler hız kazanmıştır.
Bu yazı, tarihsel korkunun ikili yanını aynı anda açıklayacak bir derinliğe sahip değil. Saldırganlığa örnekler verilirken, taviz yanının nasıl bir olumlu itici güç olduğu üzerinde durulacak, bu da ‘uzay yarışı’ üzerinden yapılacaktır. 1957 ila 1975 yılları arasında, uzaydaki bilimsel ve askeri gelişmelerin, ekonomi ve politikadaki gelişmelerle uyum içerisinde yürümesi de ayrıyeten vurgulanması gereken noktadır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kurulan “refah devletleri” ve uygulanan Keynesyen politikalar, ücretlerin ve sosyal yardımların arttırılması, sosyal sigortaların kapsamlarının genişletilmesi, çoğu ülkede tüm yurttaşlara sosyal sigorta güvencesi sağlanması gibi şeyler, kendi iç dinamiklerinin yanında emekçilerin ‘doğuyu’ görüp ayaklanmasına dayalı dışsal bir korkuyu da içine alan tavizsel süreçleri temsil ediyorlardı. Uzay yarışı da bu yıllar arasında başladı ve dünyanın çeşitli disiplinlerde hızlı bir biçimde ilerlemesine ön ayak oldu.
Öncelikle Sovyetler Birliği’nde bilim, ayrıcalıklı, ‘avantajlı’ konumda olan insanların uğraştığı ve sermayenin çıkarlarına hizmet eden bir alan olmaktan çıkmış, toplumsallaşmış ve halkın çıkarlarına hizmet eden bir alan haline gelmiştir. Roket biliminin kurucusu Konstantin Tsiolkovski’den Sergey Korolyov’a uzanan bir genişlikte Sovyet Bilimler Akademisi’nin öncülüğünde yapılan çalışmalarla 4 Ekim 1957’de Dünya’nın ilk yapay uydusu Sputnik 1 Baykonur Uzay Üssü’nden fırlatılarak yörünge oturtulmuştu. 3 Kasım 1957’de Layka adlı bir köpeğin Sputnik-2 ile uzaya gönderilmesi ve dünya yörüngesine çıkan ilk hayvan olması başarının tesadüf olmadığını göstermişti. Bu zamana kadar bilime yön veren başat ülke olduğunu kanıksamış ve kabullenmiş ABD’de bu durum şok etkisi yaratmıştı ve SSCB’nin kendilerine karşı nükleer silahlara başvurabileceği paranoyası siyasilerle birlikte toplumun çoğunluğunu sarmıştı. Karşılık olarak ABD’nin 6 Aralık 1957’de Cape Canaveral Uzay Kuvvetleri Üssü’nden fırlatmaya çalıştığı Vanguard TV-3 uydusu daha havalanmadan patlamıştı. 2 ay sonra, 5 Şubat 1958’de denediği Vanguard TV-3BU uydusu yine başarısızlıkla sonuçlandıktan sonra ABD uluslararası arenada paniğe sürüklenmeye başlamıştı. SSCB’nin başarıları komünizmin prestijini arttırıyordu ve bu çok büyük bir tehlikeydi. ABD’nin Vanguard denemeleri 1958 yılının sonuna kadar 6 kez başarısız olmuştu, medya bu mekiğe alaycı bir şekilde Sputnik´le kafiyeli olsun diye ‘devrilen mekik’ anlamına gelen Flopnik demeye başlamıştı. 1958 yılında başarılı bir şekilde fırlatılan Explorer 1 uydusu ancak ABD’nin kısmen rahatlamasına neden olmuştur.

1955 ila 1961 yılları arasında SSCB’de yetişen bilim insanı sayısı, ABD’den 2-3 kat fazladır. 1958 yılında ABD başkanı Eisenhower, ABD’nin yüzleşmesi gereken 3 kesin gerçeği ilan etmişti:
1.) Sovyetler, uzaydaki bilimsel ve teknolojik ilerlemelerde, Amerika’yı ve ‘özgür dünyanın’ geride kalanını geride bırakmıştır.
2-) Sovyetler üstünlüğünü sürdürürse, bunu Amerika’nın prestijini ve liderliğini baltalamak için bir araç olarak kullanabilir.
3-) Sovyetler, uzaydan önemli ölçüde askeri güç elde ederse, yani ABD’ye karşı bir güç dengesizliği yaratan ilk devlet olursa, ABD için doğrudan bir askeri tehdit oluşturabilir.
SSCB o dönemde, batıdan daha uzun menzilli silahlara sahipti, ABD’den bir yıl sonra hidrojen bombasına test etmişti ve ABD’den 5 ay önce, Ağustos 1957’de, ilk kıtalararası balistik füze (5500 km ve daha fazla menzili olan füzeler) denemesini gerçekleştirmişti. Bunun üzerine SSCB’nin bir de Sputnik-1’i uzaya fırlatması ABD’nin kaygılarını histerik bir korkuya dönüştürmüştü. Kaydedilen bu başarılar ile SSCB, topraklarından gönderilen bir füzeyle ABD ana karasını vurabileceğini herkese göstermişti.
ABD geride kalmışlığının sebeplerini aramaya başlamış ve eğitim, uzay araştırmaları ile ulusal güvenliğe yapılan yatırımları arttırmaya karar vermişti. ABD’nin o dönemde eğitime ayırdığı pay %3 iken, SSCB’de bu pay %10’du. 1980’lerin sonuna gelindiğinde ABD’nin eğitime ayırdığı pay %13’e çıkarken, SSCB’de bu pay %7’ye düşmüştür.
ABD, süreç içerisinde okullarda matematik ve bilim eğitimini arttırmaya karar verdi. Savunma sanayisi için kendisine personel ve maddi kaynak lazımdı. Eylül 1958’de NDEA, Ulusal Savunma İçin Eğitim Yasası çıkarıldı. Yasayla birlikte öğrenim kredisi imkânı sunulunca öğrenci sayısında patlama yaşandı. Öğrenim kredisi sektörü böyle doğdu.
1958’de, Pentagon’a ait bilimsel çalışmalar yapan, yönlendiren, özendiren kurumlar kuruldu. Bunlardan en bilineni İleri Araştırma Projeleri Ajansı olarak kurulan ARPA’ydı. Bu kurum sonrasında Savunma İleri Araştırma Projeleri (DARPA) adını alacaktı. Kurum, bugünkü internetin oluşumunu sağlamasıyla ünlüdür ve internetin geliştirilmesine öncülük etmiştir.
29 Temmuz 1958 tarihinde, ABD başkanı Eisenhower’ın çıkardığı kararname ile Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kurulmuştu. Uzay araştırmalarına yapılan yatırımlarda büyük bir artışa gidilmişti. 1959 yılında ABD kongresi, uzay araştırmalarına geçmiş yıla oranla 4 kat büyüklükte yatırım yapılmasını onaylamıştı ve bu 134 milyon dolar anlamına geliyordu. 1968’de bu sayı 500 milyona çıktı. 1960’ların ortalarında NASA, akademik araştırmalar için federal fonların neredeyse %10’unu sağlıyordu.
25 Mayıs 1925’te ABD’nin tutucu eyaletlerinden Tennessee’de öğretmen John. T. Scopes öğrencilerine evrimi anlattığı için hüküm giymişti. Butler Kanunu’na göre Tennessee bölgesinde okullarda evrimi anlatmak ve öğretmek yasaktı. Karar daha sonra bozulsa da bu olay tarihe ‘maymun davası’ olarak geçmişti. Merak edenler, 1960 yılında yayınlanan, Stanley Kramer’in yönettiği Rüzgârın Mirası (Inherit The Wind) filmini izleyebilirler. Film bu konuyu ele almaktadır. ABD, ancak SSCB’nin Sputnik’i uzaya fırlatmasından duyduğu korku ile evrimi müfredata sokmuştu. Evet evet, yanlış duymadınız. ABD’nin evrimi müfredata sokuşu bu dönemde olmuştur.

Yani ABD’nin eğitime ve uzay araştırmalarına yaptığı yatırımlar, evrimin müfredata sokulması, internetin bulunuşu, NASA’nın kurulması, öğrenim kredisi sektörünün doğuşu komünizm korkusu sayesinde gerçekleşmiştir.
Sovyetler Birliği 12 Nisan 1961 tarihinde, Vostok-1 ile kozmonot Yuri Gagarin komutasında ilk insanlı uzay uçuşunu gerçekleştirmişti. 1959 yılında başlayan Luna programı ile robotik misyonlar kullanarak ilk kez aya ulaşmıştı. Bu durumlara yanıt olarak Eisenhower’in halefi olan Başkan John. F. Kennedy, 12 Eylül 1962 günü yaptığı tarihi konuşmasında ‘aya gitmeyi seçtik ve bunu 10 sene içerisinde başaracağız’ demişti. Nitekim NASA tarafından yürürlüğe konan ve ilk insanlı ay yolculuğu projesi olan Apollo Projesi kapsamında, 1969 Temmuz’unda Apollo 11 misyonunu başarıyla tamamlayan ABD, aya insan indiren ilk devlet olmuştu.
Yine o dönemde SSCB’nin füze sayısının fazla olması neticesiyle Kennedy, 1960’lı yıllarda füze boşluğunu kapatmak için kampanyalar yürütmüş ve 1000 Minuteman füzesi (kıtalararası balistik füze) konuşlandıracağı sözünü vermiştir.
Sonuç olarak, Sovyetler Birliği’nin ve sosyalizmin varlığı, batının komünizm karşısında duyduğu büyük korku, kapitalizmin saldırganlığını arttırmasının yanında önemli ölçüde ilerlemesini de sağlamıştır. Sosyalizmin kendisi ve batının verdiği tavizler, 1945 ila 1980 yılları arasında insani birikimi en üst noktalara çıkarmıştır. Bugün ise sermayenin birikimi dışında, insanlığa başka bir birikim modeli bırakılmamaktadır. Sovyetler Birliği’nin olmadığı bir dünyada, kapitalizmin artık ileriye dönük herhangi bir adım atması mümkün değildir. Ancak gerçek olan şudur ki komünizmden korkmaya devam ediyorlar. Korktukları için korkutuyorlar. Komünizmden ve insanca yaşamaktan korkmadığımızı bütün örgütlülüğümüzle yüksek sesle haykırırsak korktuklarıyla kalan onlar, kazanan biz olacağız!
Muazzam bir yazı olmuş