SSCB ve Din Konusu Üzerine

sovietimages

  Son dönemde komünistler arasında yoğun bir tartışma üzerinden tekrar gündem konusu olan dini inançlar mevzusu, devrime giden yolda ve sonrasında hassas bir şekilde üzerinde durmamız gereken konuların başında geliyor. Komünistlerin arasındaki bu tartışma 1998 yılı içerisinde alevlenen ve türbanlı kadınların üniversiteye girip girememesi konusunda solun nasıl bir tutum takınması gerektiğini kapsıyor.

  Bir taraf türbanın bireysel bir mevzu olmadığını, politik ve toplumsal sürecin bir parçası olduğunu, bu eylemlerin kendi kendine oluşan yanlış bilincin değil bizzat Türkiye burjuvazisi tarafından siyasal islamın güçlendirilmesi ve onun meşrulaştırılması projesinin bir hareketi olduğunu savunuyor. Ayrıca bu eylemlere Sivas katliamını destekleyen İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncıları Cephesi) ve Hizbullah’ın katıldığını söylüyorlar. Diğer taraf ise bu eylemlerin sadece türbana destek verilmesi şeklinde açıklanamayacağını, solun türbanlı bireylerin eğitim hakkını savunması gerektiğini, onları islamcıların cenderesi altından çıkarıp sosyalist mücadele altında birleştirmemiz gerektiğini, bu düzen içerisinde yoğun bir din karşıtı propaganda yapmayıp onları mücadeleden soğutmamamız gerektiğini ve o dönem bu eylemlere destek veren sol hareketin onurlu, doğru bir iş yaptığını savunuyor.

  Ben bu tartışmalara yorum yapmamakla birlikte Türkiye’de artık kamu içerisinde türbanın olduğunu, eğitimde ve hayatın her alanında dinselleşme projesinin hayata koyulup hala devam ettiğini, Türkiye burjuvazisinin dini etkili bir silah olarak kullandığını, kendi kârına kâr katan patronların emekçilere öteki dünyada cenneti vaat etmesi gerçeğini vurgulayarak yazıya başlıyorum. Din kavramı da her şeyde olduğu gibi üretim ilişkilerinden ve sınıf mücadelesinden bağımsız düşünülemez. Burjuvazi dini kullanarak emekçi sınıf ile sol hareket arasına kalın bir duvar çekmeyi başarmıştır. Bu bütün dünyada geçerli olduğu gibi tarihin geniş bir dönemini kapsar. Her zaman ezilenin mevcut durumu kabullenmesi ve kendisini öteki dünyaya hazırlaması gerektiği vurgulanmıştır. Çünkü din dogmatiktir, değişmezdir ve İslam’ı baz alırsak şükürcüdür. 2300 liraya şükür eden emekçi sınıfı savaşta ölen her emekçi çocuğuna da şehit demeye alıştırılmıştır. Şehit kavramı savaşların hangi sebeplerden ötürü ortaya çıktığını ve emekçi çocuklarının neden öldüğü sorgulamasının üstünü kapatmada en önemli araçtır. Ülkücülerin her fırsatta komünistlerin “Allahsız ve dinsiz” olduğunu vurgulaması da yine bu yüzdendir. Evet, söyledikleri doğrudur. Komünistler hiçbir dine inanmazlar. Ama onların asıl çabası işçi sınıfını dinle uyuşturmak ve sosyalist devrime giden süreçte emekçileri sosyalist hareketten uzaklaştırmaktır.

  Solun din konusunda nasıl bir tutum alması gerektiğini Sovyetler Birliği üzerinden yeniden değerlendirmemiz gerekir. Lenin dini şöyle tanımlamıştır: “Din, bütün yaşamı boyunca çalışan ve yokluk çekenlere, bu dünyada azla yetinmeyi, kısmete boyun eğmeyi, sabırlı olmayı ve öteki dünyada bir cennet umudunu sürdürmeyi öğretir.” Bu yukarıda söylediklerimizin de bir özeti niteliğindedir. Marx da “din halkın afyonudur” sözüyle işin sınıfsal yanını vurgulamıştır.

  Ancak Engels, sosyalist toplumda dinin yasaklanması gerektiğini söyleyen filozof Dühring’i yazdığı Anti-Dühring adlı kitabında yoğun bir şekilde bombalamıştır. Lenin ise Rusya’nın tarihsel koşulları içinde parti programına ateizm ile ilgili kategorik talepler koyulmasının devrimci güçlerin birliğini engelleyeceği ve zayıflatacağı düşüncesiyle karşı çıkmıştır. 1905 yılında yazdığı ‘Sosyalizm ve Din’ adlı makalesinde dinin özel bir mesele olması gerektiğini vurgulamış, dinin devletle hiçbir bağlantısı olmaması ve dini cemaatlerin devlet iktidarıyla bağlantısının kesilmesi gerektiğini söylemiştir. Fakat Lenin dini, komünist parti açısından özel bir mesele olarak değerlendirmemiştir. ‘Gotha Programının Eleştirisi’ adlı kitabında da Marx benzer şeyleri yazmıştır: “Burjuva vicdan özgürlüğü, her türden dini düşünce özgürlüğüne hoşgörü dışında bir şey değildir. Fakat işçilerin partisi kendi adına düşüncenin din büyüsünden kurtarılmasını hedefler.” demektedir. Peki buna rağmen neden komünist parti programında ateist olunduğu açıklanmamıştır? Lenin yine bu soruyu şöyle cevaplar:

  “İşçi kitlelerinin sınırsızca ezilmesi ve hayvanlaştırılması üzerine kurulu bir toplumda, dinsel ön yargıların salt propagandist yollardan yok edilebileceğine inanmak saçma olurdu. Dinin insanlık üzerindeki baskısının sadece, toplum içindeki iktisadi baskının ürünü ve yansıması olduğunu unutmak burjuva dar kafalılık olurdu. Proletarya kapitalizmin karanlık güçlerine karşı kendi mücadelesiyle aydınlatılmazsa, hiçbir broşürle, hiçbir propagandayla aydınlatılamaz.” Yine Lenin’den bir alıntı yaparak sosyalistlerin amacını şöyle açıklamış olalım:

  “Sömüren sınıflar ile örgütlü dinsel propaganda arasındaki bağlantıyı tümüyle yok etmek ve çalışan insanları dinsel ön yargılardan gerçekten kurtarmaktır. Bu amaçla, en yaygın bilimsel eğitim ve din karşıtı propagandanın örgütlenmesi gerekir. Bununla birlikte, inananların dinsel duygularını incitmekten dikkatle kaçınılmalıdır; çünkü bu yalnızca dinsel bağnazlığın artmasına yarar.”

  Bu bağlamda Ekim Devrimi’yle birlikte Lenin’in başkanlığını üstlendiği ve 14 ayrı Komiserliğin (Bakanlığın) olduğu Halk Komiserliği Konseyi kurulmuştur. Diğer adıyla Sovnarkom’un aldığı ilk kararlar doğrultusunda kiliselerin mal varlıkları (banka hesapları da dahil) hazineye aktarılmıştır. Kilisenin devlet üzerindeki otoritesi kaldırılarak laik bir sistem getirilmiştir. Laik bir eğitim sistemi kapsamında kilise-eğitim ilişkisi yasaklanmıştır. Din ve inanç özgürlüğü getirilmiş ve dini propaganda yasaklanmıştır. Herkes, herhangi bir dine inanmakta ya da hiçbir din tanımamakta, yani ateist olmakta tamamen özgür kılınmıştır.

SSCB ve Din Konusu Üzerine 1
 Halk Komiserleri Konseyi (Sovnarkom)

 

  Yine Halk Komiserleri Konseyi 3 Aralık 1917’de, Lenin ve Stalin’in imzasını taşıyan “Rusya ve Doğu’nun Tüm Müslüman Emekçilerine” başlıklı bir bildiri yayınlamıştır:

  “Camileri, minberleri, inanç, örf ve adetleri Rusya Çarları ve zorbaları tarafından hiçe sayılıp ayakaltında ezilen sizler, Rusya Müslümanları, Volga boylarının ve Kırım’ın Tatarları, Sibirya ve Türkistan’ın Kırgızları, Kafkaslar ötesi Türkler ve Tatarları, Kafkasların Çeçenleri ve Dağıstanlılar! Bundan böyle inançlarınız, örf ve adetleriniz, milli kültür yapılarınız dokunulmaz ilan ediliyor. Milli hayatınızı dilediğiniz biçimde, serbestçe kurunuz. Bu, sizin kutsal hakkınızdır. Gerek sizin haklarınızı, gerekse Rusya’da yaşayan tüm milletlerin haklarını devrim ve devrim organları olan işçi, asker ve köylü delegeleri Sovyetleri bütün gücü ile korumaktadır. Biz, bayraklarımızla tüm dünyanın ezilmiş ve köle milletlerine özgürlük götürüyoruz.”

  SBKP’nin 8. Kongresi’nde (1919) ortaya konan programda kişiler ve yurttaşlara kutsal hizmet veren tüm dini kesimlerden vicdan özgürlüğüne tecavüz edenlerin kesinlikle cezalandırılacağı vurgulanmıştır. Bunun dışında kişisel dini inanca dokunulmayacağı ama dinin toplumsal hayata, siyasete ve eğitime sokulmayacağı da bildirilmiştir.

SSCB ve Din Konusu Üzerine 2
SBKP’nin 8. Kongresi (1919)

 

  1920’li ve 30’lu yıllar din konusunda büyük sıkıntıların yaşandığı yıllardır. Geleneksel dinlere karşı başlatılan mücadele ve ikna temelli propaganda faaliyetleri Ortodoks dogmalar ve Sovyet kanunlarından uzak üçüncü bir gücün doğmasına sebep olmuştur. Toplumsal hayata karışan ve sömürücü sınıfları destekleyen kilise ve din adamlarına karşı yoğun bir propagandaya girişilmiş, gerektiğinde zor kullanılmak zorunda kalınmıştır. Kıtlık dönemlerinde insanlar açlık çekerken kilo kilo altınları saklama girişiminde bulunan kiliselere karşı elbette sert önlemler alınmış ve bu yıllar içerisinde kiliselerin sayısında büyük bir azalma olmuştur.

  Bu süreçte, Sovyetler Birliği’nde yapılan incelemeler ışığında; Müslüman erkek çocuklarının hala sünnet edildiği, Şeker Bayramı kutlamalarının yapıldığı, resmi nikâhın yanı sıra dini nikâhın kıyıldığı ve yine toplumun büyük bir kesiminin müslüman mezarlarını tercih edip İslamî bir biçimde cenaze törenleri uyguladığı İslam dininin aslında gözden düşmediğinin bir kanıtı olmuştur.

  Okullarda dini eğitim verilmemiş, üniversitelerde diyalektik ve tarihsel materyalizm ışığında Marksizm dersleri verilmiştir. Din adamlarıyla mücadele edildiğini kabul etmekle birlikte dini inanç ve ibadetlerin kısıtlandığının kesinlikle yalan olduğunu söylememiz gerekir.

SSCB ve Din Konusu Üzerine 3
“Din eğitimi çocuklara karşı suçtur”

 

SSCB ve Din Konusu Üzerine 4
“Din zehirdir, çocuklara sahip çıkın!” Sovyet Propaganda Afişi

 

 

SSCB ve Din Konusu Üzerine 5
Azerbaycan Sabirabad’da bir mescit, 1946.

 

  Tarihe en ilerici anayasa olarak geçen 1936 Sovyet Anayasası’nın 124. maddesinde Sovyet halkının vicdan hürriyetinin sağlanması hedefiyle kilisenin devletten ve okullardan ayrıldığı ifade edilmiştir. Yurttaşlara din ve ibadet özgürlüğü tanındığı gibi din karşıtı propaganda yürütülmesi hakkı da tanınmıştır.

  Kiliselere karşı yürütülen mücadele İkinci Dünya Savaşı ile son bulmuştur. Din adamlarının Soyvet yanlısı tutumu ile 1943 yılında Ortodoks Patrikliğin restorasyonuna tanıklık edilmiştir. 1944-45′de de Evangelist Hristiyan Baptistleri kilisesi şekillenmiştir. Rus Ortodoks Kilisesi’nin resmi gazete çıkarmasına izin verilmiştir. Dini kurumların düzene sokulması Stalin’in ölümüyle birlikte son bulmuştur. Bilime dayalı ateist propagandanın teori ve pratiği üzerindeki çalışmalar ihmal edilmiştir. 1960larda kayıt dışı kilise ve dini kurumların sayısı giderek artmıştır. Durum çoğunlukla kayıt olmayı reddeden dini kuruluşların tavrı ile daha da kötüleşmiştir. Kimi yasa ihlalleri diğer ihlallerin ortaya çıkmasına yol açmış ve inananların dünya görüşüyle sosyalist değerler arasındaki bağın koptuğu görülmüştür.

  Yani bu konuyu bir sonuca bağlayacak olursak, sosyalistlerin emekçi sınıflara militan ateist bir tavırla yaklaşmaması gerekir. Devrimle birlikte devlet ile din arasına bir sınır konulmalı, din insanların kişisel bir sorunu haline getirilmelidir. İnsanlara inanma veya inanmama özgürlüğü verilmeli ve anayasayla güvence altına alınmalıdır. Daha sonrasında bilimsel bir eğitim ve propagandayla proletarya eğitilmelidir. Tüm bu aşamalar titizlikle, sabırla ve mücadeleyle geçildikten sonra sınıfsız toplumla birlikte para ortadan kalkacak, devletle birlikte din de sönümlenecektir.

Kaynak:

  • Vladimir İlyiç Lenin, “Sosyalizm ve Din”, Evrensel Basım Yayın, 2017
  • Friedrich Engels, “Anti Dühring”, İnter Yayınları, 2003
  • https://gelenek.org/sosyalizm-ve-din/
  • Tombak, Fatma (2011), “20. Yüzyıl Sovyet Rusya’sında Din, İslamiyet ve Nüfus Üzerine Bir Değerlendirme”, History Studies, Volume 3/2 , s. 360
  • Saraç, Hanife (2019), “KUTSALI TOPYEKÛN DÖNÜŞTÜRME ÇABASI: LENİN VE STALİN DÖNEMİNDE SOVYETLER BİRLİĞİ’NİN DİN POLİTİKASI”, Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, 0(23), s. 73 – 96

Bir yanıt yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Translate »